Bir şehir düşledim ama düşlerimden güzel çıktı.
Kusursuz bir zaman aralığı, kusursuz bir dünya, kusursuz yapılar, tarihe damgasını vurmuş bir şehir. Paris.
İlk gün öyle çok heyecanlıydım ki, ilk defa yurt dışına çıkıyordum ve yalnızdım. Havalimanına ayak bastığım zaman, dilini bilmediğim ve bildiğim dilleri konuşmayan bir ülkedeydim. Ne yapacağımı nasıl zaman geçireceğimi bilmiyordum. Bir rotam ya da planım yoktu. Her şey spontane gelişti. Tur şirketi bizi havalimanında karşıladı, heyecan dolu pasaport kontrolden sonra havalimanı kapısından dışarı çıktık.
Panoramik tur denilen otobüs ile şehir turuna başladık, ilk durağımız Zafer Takı (Arc de triomphe de l’Étoile) oldu, şehrin güzelliği göz kamaştırıyordu. Düzen konusunda çığır aşmışlardı. Uzaktan Eyfel ( Eiffel) kulesine baktık, Fotoğraflar çektik, sonra yanından geçtik, Napollo’nun mezarını ziyaret edip Paris’te ilk kafe deneyimimizi yaşadık. Bir sandviç ve bir çay için 10 Euro ödeyip kalktım, gayet doyurucu bir sandviç olduğunu söylemeliyim. Kocaman bir ekmeğe birbirinden lezzetli peynirler ile yapılmıştı. Opera binası, Madlen Kilisesi ve daha bir çok tarihi yapının önünden geçerken neler oldukları ne zaman kimin tarafından yapıldıkları ile ilgili detaylı bilgiler aldık.
Pont Alexandre III köprüsünden geçtik bilen bilir Angel-A filmi burada başlar çok görkemli ve iyi korunmuş bir köprüdür. Altından heykelleri ile ilk akla gelen düşünce bunlar benim ülkemde çalınır olur.
Tur otobüsü ile Louvre Müzesi’ne de şöyle bir uğradık, Angels & Demons, Dan Brown’ın aynı adlı kitabından uyarlanan Melekler ve Şeytanlar filminin sahneleri gözümün önüne geldi.
Akşam iş çıkış saatinde oluşabilecek trafiğin geçmesini 10-15 dakika burada bekledik. Evet yanlış yazmadım saatlerce değil sadece 10-15 dakika bekledik. Tur arkadaşlarım Paris’te ucuz olduklarını söyledikleri parfüm dükkanlarına daldırlar ben de tarihe ve film sahnelerinde kullanılan mekanlara.
Panaromik turun sonuna geldik ve otele doğru yol aldık. Otelimiz Paris merkeze yaklaşık 8 km mesafedeydi. Bu durum benim gözümü ilk gün biraz korkutmuştu ama sonra Paris gibi düzenli bir şehrin örümcek ağı gibi yoğun metro istasyonlarını keşfetmemle bu sorun da giderilmiş oldu. Otelimiz Müslüman mahallesi diyebileceğim kadar çok uluslu ama çok fazla Müslüman bulunan bir yerdeydi. Bölgenin adı Hoche.
Akşam otelimize yerleştik, internet bağlantısı ile aileme durumum hakkında bilgi verdim. Çok meraklanmışlardı. Otelin her alanından internet erişiminin olması paha biçilemezdi. Bu sayede telefon faturama yansıyan bir ekstra ücret olmadı.
Gri- Kırmızı konseple hazırlanmış otel koridorunda ilerleyip odama girdim. İlk işim perdeyi açmak oldu. Pencere yeni yapılan Opera binasına bakıyordu. Parisliler bu binayı pek sevmezmiş, çünkü bina modern mimari ile yapılmış. Paris’in alışılagelmiş tarihi görüntüsüne aykırı duruyor.
O kadar çok yorgun hissediyordum ve o kadar çok heyecanlıydım ki odaya yerleşir yerleşmez şehir haritasına bakarken uyuyakaldım.