Günlerden bir gün nasıl sıkıldıysam artık, tur şirketlerinin indirimli turları arasında geziyorum. Türk vatandaşı olarak hızlıca gidilebilecek vizesiz turlara bakarken Fas – Marakeş turunu gördüm ve bir başıma o topraklara gitmeye karar verdim.
Aslında ani verilmiş kararları sevmem, önce gideceğim yeri güzelce araştırır sonra en uygun biletlere ve otellere bakarım ama bu sefer bir anlık karar ile bir rüya şehir Marakeş’e gitmeye karar verdim.
Hava yolu olarak ilk defa yabancı bir firma ile aktarma yaparak uçmanın heyecanı, bilinmedik ve çok tercih edilmeyen bir yere gitmenin verdiği korku ile birlikte hareket ettim.
İstanbul’dan uçakla önce Kazablanka’ya sonra da Marakeş’e gittim.
Havalimanına ülkemde olan bombalı saldırı yüzünden sorguya alındım, pasaport numaramı kontrol ettiler ve sonun da ülke topraklarına gece yarısı giriş yaptım.
Beni bekleyen araç otelime bıraktı.
Otel merkeze yarım saatlik yürüme mesafesinde ve otantik bir mimariye sahipti.
Sabah heyecan nedeni ile yol yorgunu olmama rağmen erkenden uyandım ve yollara düştüm.
Herkesin bildiği Came-ül Fena meydanına giderken, Kutubiye caminin heybetli minaresinin gölgesinde dinlenme fırsatı buldum.
Palmiye ağaçları ve gövdeleri ağaçlaşmış kaktüsler ile cami avlusunda dinlendikten sonra çarşının içine girmeye cesaret ettim.
Çarşı öylesine labirent gibiydi ki, sonunda kaybolmamanız içten bile değildi. Ne kadar kendinize referans noktalar belirleseniz de herkes bu çarşıda kaybolmaya mahkum…
Çarşının içinde bir cafe buldum, internete bağlandım ve sonunda kendime bir yol rotası belirleyebildim.
Cema-ül fena meydanı yani, fanilerin toplantığı yer, günün her saati bir panayırı andırıyor. Yılan oynatanlar, satıcılar, kına yakanlar herkes size yapıştı mı yakanızdan düşmüyor.
Hollywood filmlerindeki sahneleri andıran bu kaosun içinden biraz kurtulmak ve uzaktan bu kalabalığa bakmak adına başka bir cafeye girdim ve kendime yöresel yemeklerden Tajin siparişi verdim.
Meydanlarda hiç güvercin olmadığı için ( çünkü yakaladıklarını yiyorlar ) ben vejetaryan yemekler tercih ettim.
Vejetaryan Tajin’de kabak, havuç, patates, yeşil fasulye gibi sebzeler bulunuyor. Bir güveç içinde servis ediliyor.
Fas’ta her yerde bolca Cola ve portakal suyu içiliyor. Ama siz yöresel bir şeyler içmek isterseniz kesinlikle nane çayını denemelisiniz. Nane’nin keskin kokusu ve tadını yumuşatmak için içine şeker atmanızı tavsiye ederim.
Akşam olmaya başladıkça meydanda yemek alanı kurulmaya başladı ve ızgaralardan dumanlar yükselmeye başladı. Sanki tüm Marakeş bu meydanda toplandı, sabah gördüğüm kalabalığın neredeyse 10 katı vardı meydanda ve adım atmak için hiçbir yer yoktu.
Gitmeden önce genel bir araştırma yapamadığım için cafede blog yazılarını ve gezginlerin tavsiyelerini okudum. Kendime rotalar çizmeye çalıştım. İşte tam o sırada kafamda bir ses, buralara kadar gelmişsin çöle neden gitmiyorsun, dedi.
Çöl macerasına geçmeden önce belirtmem gereken en önemli konulardan biri de Fas’ta mutlaka ve mutlaka alışveriş yaparken bol bol pazarlık etmek gerektiği. Size söylenen fiyatın 4’te birine istediğiniz şeyi satın almanız mümkün. Zaten para birimlerine göre her şey çok ucuz diye düşünmeyin bol bol pazarlık yapın.
Çöl için bir tur acentesi aradım ve karşıma çıkan ilk yere girip pazarlığımı da yaparak çöl yolcuğu için ilk adımı atmış oldum.
Beni ertesi sabah otelden alacaklarını söylediler. Otel bilgilerimi ve iletişim bilgilerimi verdim.
Şimdi otele dönme zamanı gelmişti ama hava karardığı için yolumu bulmak konusunda çok zorlanıyordum.
Sokaklarda insanlar açık kadınlara sürekli laf atıyor ve insanı korkutan bir ortama dönüşmüştü her şey. Gece kulüpleri, kumarhaneler ve garip insanların arasından yürüyerek otele ulaşmak istedim. Marakeş’te turistler genellikle taksi kullanıyorlar, siz taksiye binmeden önce de kesinlikle pazarlık yapmayı unutmayın!
Otele giderken bütün yollar birbirinin aynıydı, bütün binalar kırmızı, hepsi aynı şekle ve şemale sahipti. Artık iyice korkmaya başlamıştım. Bir bakkala girdim ve durumu anlattım otelimin ismini söyledim. Bakkal amca oteli arayıp tarif aldı ve bana yolu tarif etti. Çok yakın olmama rağmen her yer birbirine benzediği için oteli bulamıyordum. Neyse ki sonunda otelime ve odama kavuştum.
Ertesi sabah çöl turu için beni otelimden aldılar, meydanda toplanma yerine bıraktılar. Araçlara yerleştikten sonra yola çıktık. Bu zor ve yorucu bir yolculuktu. Yaklaşık 6 saat araç ile yol aldık. Hem de dağların patikalarından, bir sağa viraj bir sola viraj… Derken olan oldu, ön taraftan bir öğürme sesi ile yayılan o iğrenç koku! Dönemeçli yollara dayanamayan biri kusmuştu. Araç çok pis kokuyor ve yol mide bulandırmaya devam ediyordu. Dayanamadığımız yerde durup mola veriyor, aracı biraz havalandırıyorduk.
Araçla yolun sonuna geldiğimizde bizi bekleyen develere, oradakilerin yardımı ile bindik. Ekibimiz birleşmiş milletler gibiydi, her ülkeden turistler vardı. Develerle 2 saatlik yol daha yaptıktan sonra çadırların bulunduğu alana geldik. Develerden indiğimizde kıçımız başımız hiçbir yerimiz tutmuyordu!
Hepimiz buraya gelmeye değer miydi? Bu ne kadar zorlu bir yolculuktu diye konuşurken. Bizimle ilgilenen ekip lideri elinde bir çaydanlık nane çayı ile geldi ve bir yuvarlak oluşturarak oturmamızı istedi. Amerikalısı, İspanyolu, Hollandalısı, Yeni Zellandalısı ve Türk yani ben, oturduk kendimizi tanıttık.
Açlıktan ölüyorduk! Yemeklerin birazdan hazır olacağını söylediler. Hepimizin içi biraz olsun ferahladı.
Yemekler çadırda kurulan yer sofralarında hazırdı. Hepimiz yerimizi aldık, kaşıklarımızı aldık ve yemekten bir kaşık yedim. Aman Tanrım! Yemeğin içi kum doluydu!
Biraz ekmek kemirerek karnımı doyurmaya çalıştım, diğerleri her yemeği iştahla yerken.
Yemek konusu da hallolunca, iyice bastıran karanlığa karşı ateş yakıldı. Sonra çadırların ortasında bulunan alanda hepimiz yere uzandık, işte o zaman görebileceğim en güzel şey karşımdaydı, evren bana bakıyordu ben ona! Sanırım hayatım boyunca gördüğüm tüm yıldızları toplasam bu kadar çok yıldız olmazdı. Her yerden bir yıldız kayıyor bir kuyruklu yıldız geçiyordu.
Çöl turunun bir parçası olan müzik gösterisi ile ateş tamamen söndürüldü, tek bir damla bile ışık yoktu etrafta ve biz yıldızlardan oluşan sonsuzluğa bakıyorduk. Bir insanın ömründe görebileceği en güzel sahnelerden birine bakıyorduk.
Gecenin bir kısmını dışarıda bir kısmını da 12 kişilik çadırlarda geçirdim.
Yanımda götürdüğüm minik bir battaniye ile ısınmaya çalıştım ama ne fayda, çöl soğuğu nedeniyle orada bulunan tenezzül etmediğim kirli battaniyeleri de sarındım sarmalandım.
Unutulmaz bir gezi ve unutulmaz bir deneyim yaşadığım için çok mutluydum.
Çölde tuvalet olaylarına girip midenizi bulandırmayacağım ama kapıların 10 cm kadar açık olduğunu unutmamak lazım, yanınızda bir şal alıp bu açıklığı kapatabilirsiniz.
Depodan akan su ile elinizi yıkayabilirsiniz, yanınızda sabun götürmenizi tavsiye ederim.
Geri dönüş yolculuğu da geliş kadar zahmetli olsa da yolu bitirdiğimizde bizleri otellerimize bıraktılar.
O gece sabaha kadar burnum kanadı, sanırım yorgunluk ve güneş nedeniyle böyle bir durum yaşandı ama ben en çok otelin çarşaflarına üzüldüm. Kanamanın durmadığı zamanlarda içimi bir korku saldı tabi, Marakeş’te ölebilirim burada bir otel odasında diye düşündüm.
Ertesi sabah çok az uyumuş olmama rağmen erkenden uyanıp yollara düştüm. Hem gezmem gereken yerler vardı hem de almam gereken hediyelikler…
Bol bol yürüme ile gezdim her zaman bu da çok tasarruflu bir seyahat yapmamı sağladı. Ayaklarımın altı su toplamış olsa da J
Jarden majorelle, Bahia palas fayton turu derken bütün günü yollarda ve gezerek geçirdim.
Otelime ulaşıp tüm eşyalarımı topladım ve artık geri dönmeye hazırdım.