Kelimeler kifayetsiz kalıyor, yazıp yazıp siliyorum ama yine de anlatmak istiyorum.
Dün sabah aklımdan silinmeyen bir haber okudum ve kendimle kaldığım her dakika bunu düşündüm.
Paris’te yaşanan insanlık suçundan sonra insanlığa olan güvenimi her geçen gün bir parça daha kaybediyorum. Neden mi? Sıradan insanların ölmesine seyirci kalan, hatta bu zamansız ölümlerin arkasından kötü sözler bile telaffuz eden insanlar yüzünden.
İnsanlar sıradan bir gün yaşıyorlardı. Hepimiz gibi, her normal insan gibi sıradan bir gün. İşlerinden çıktılar, konsere, maça ya da bir avm’ye gittiler. Farkında mısınız bu anlattıklarım tam da bizim yaptığımız şeyler. Sizi rahatsız eden bir şey var mı?
Hatta konser alanında kimliği belirlenemeyen insanlar var yani bu insanlar çantalarını, montlarını ve hatta kimliklerini vestiyere teslim edecek kadar çok güveniyorlardı yaşadıkları yere. Burada sizi rahatsız eden bir şey var mı ya da size yapılmış bir kötülük? Ben hala bir kötülük göremiyorum.
Hayatlarının son günü olduğunu bilmeden sıradan bir güne başladılar ve devam ettiler. Görgü tanıklarının anlattıklarını okudunuz mu? Patlama seslerinin ya da insanların ellerinde gördükleri silahların plastik oyuncak silahlar olduğunu düşünmüşler. Çünkü bizim gibi her dakika acaba bu insana güvenebilir miyiz tedirginliği olan bir ortamda yaşamıyorlar. Çünkü birbirlerine ve insanlığa güveniyorlar. Her şeyin farkına varmaları epey zaman almış. Yere yatıp ölü taklidi yaparken bile birbirlerine uzanıp destek olmaya çalışmışlar “ korkma ben yanındayım” dercesine…
Biz ne yapıyoruz panik anlarında bundan bahsetmek bile istemiyorum.
Türkçeye çevrilmiş her hikayeyi okumaya ve anlamaya çalıştım. O kadar uzaklardan anlamak zor olmuyordu çünkü yaşadığım ülkede sıradan bir günde hayatını yok yere kaybeden binlerce insana tanık oldum. Bu yaşıma kadar terör saldırılarında hayatını kaybeden binlerce sivil haberini dinledim, duydum, izledim. Binlerce askerin yok yere ölümüne tanıklık ettim.
Dün sabah eşini terör saldırında kaybeden Antoine Leiris’in sosyal medya hesabı üzerinden paylaştığı Açık Mektup okuduğum en acı, an anlamlı, en iyi kendini ifade eden, en iyi ne olduğunu bilen ve kavrayan bir adama aitti ve ben bunun etkisinden çıkamadım…
Mektup şöyle Türkçe’ye çevriliyor.
‘Cuma akşamı harika bir insanın, hayatımın aşkının, oğlumun annesinin hayatını çaldınız ancak benim nefretimi kazanamayacaksınız. Kim olduğunuzu bilmiyorum, bilmek de istemiyorum, ölü ruhlarsınız siz. Eğer sizin uğruna gözünü kırpmadan öldürdüğünüz tanrı bizi yaratmışsa, eşimin vücudundaki her kurşun onun kalbinde bir yaradır. O yüzden, hayır. Size sizden nefret etmemin vereceği tatmin duygusunu yaşatmayacağım. Bunu istiyorsunuz ancak nefrete öfkeyle karşılık vermek sizi bu hale getiren cehaletle aynı şey olur. Benim korkmamı, etrafıma şüpheyle yaklaşmamı, güvenliğim için özgürlüğümü tehlikeye atmamı istiyorsunuz. Kaybettiniz. Günlerce ve gecelerce beklemeden sonra onu bu sabah gördüm. Cuma günü evden çıkarken olduğu kadar, 12 sene önce ona aşık olduğum günkü kadar güzeldi. Elbette mahvoldum, bu küçük zafer de sizin olsun, ancak kısa süreceğini bilin. O her gün bizimle olacak ve biz sizin hiçbir zaman sahip olamayacağınız özgür ruhlarla birbirimizi cennette bulacağız. Biz ikimiz, oğlum ve ben dünyadaki tüm ordulardan daha güçlü olacağız. Size daha fazla zaman ayırmayacağım çünkü uykudan kalkan oğlumun yanına gitmek zorundayım. Yalnızca 17 aylık, her gün yaptığı gibi yemeğini yiyecek, her gün yaptığımız gibi oyunlar oynayacağız ve bu küçük çocuk tüm hayatı boyunca mutlu ve özgür olacak. Onun nefretini de kazanamayacaksınız.’
Tamam ülkeme geri dönüyorum, birileri onlar da kim oluyor, ölsünler diyor. Bu yazarken bile ürperiyorum. Onlar bize zamanında çok eziyet etmiş neden üzülüyorsun ki diyorlar, susuyorum. Açıklama yapmıyorum çünkü o zihniyetin karşısında ne anlatırsam boş geliyor. Saygı duruşuna saygısızlık edenleri görüyorum.
Ben ne mi yapıyorum, bunları yaşamaktan utanıyorum ve ölü taklidi yapıyorum…