Geçenlerde başıma neler geldi. Geçenlerde dediğim aradan 2 ay falan geçti, acısı da biraz azalınca yazıp anlatmaya karar verdim.
Bir insan gezip gördüğü yerlerin tüm fotoğraflarını kaybederse ne olur? Söylüyorum. Anadan doğmuş saf bir bebek gibi olur. Gittiğim gezdiğim gördüğüm, hatıra olarak sakladığım tüm fotoğrafları önce telefonumu sonra bilgisayarımı bozarak kaybettim.
Neden bir yerde depolamadın dediğinizi duyuyorum. Evet, depolamadım.
Şu an elimde sadece sosyal medyada paylaşılmış fotoğraflar kaldı. Onun dışında paylaşıma pek uygun olmayan, kendime özel sakladığım bütün fotoğraflarım gitti.
Bir damla gözyaşı bile düşmedi.
Ders aldım mı? Hayır!
Neyse işte öyle yazarken sıkıldım. Dijital çıktı mertlik bozuldu.
Şimdi bir sahil kasabasında, esen rüzgarın karşısında durmak vardı. Kimsesiz ve özgür olmak, özgürlüğe kanat açmak ve sadece rüzgarın sesini dinlemek, rüzgara karşı seslenmek vardı.
Hani şu herkesin hayallerindeki o sahil kasabasına nereden gidilir? Çok mu uzak? Neden hayalini kurup gidemiyoruz?
Duvarlarını çiçek desenleri ile bezediğim, verandasında çeşit çeşit güller ve sarmaşıklar olan evin adresini bilen var mı? Her günü dünün aynısı şekilde mutlu mesut günü bilen, duyan var mı?
Kendi canından başka kaybedecek başka hiçbir şeyin olmadığı ve ölümden korkmadığın o zaman aralığı ne zaman gelecek?
Verandadaki sallanan sandalyede kucağında bembeyaz kedisi ile uyuyan kadın kim olacak?
Hani şu insanlık suçu ile dolu dünyadan uzakta yaşanan bir hayat kimin olacak?
Her akşam uyumadan önce güneşe, aya, toprağa, mevsimlere ve her şeye şükreden o mutlu insanı kim yaşayacak?
Bileklerimizdeki zincirlerden ne zaman kurtulacağız?
Ne zaman?