Günlerdir paramparça rüyalarda zombiler ve canavarlar… Gölgelerinde zavallı insancıklar…
Anne sesi, baba kokusu ve kardeş kıskançlığı ile yaşama dair duygulara yeni düştüysen ve hala hissediyorsan hayattasın demektir.
Hiç hayal kurdun mu? Hani o sahil kasabasında, balık kokulu ellerini ve sımsıcak bir somon ekmeğin kokusu burnunun direklerini sarsıyor mu? Su gibi şeyler düşünmeye gelmez, hayal etmekle de bitmez işte…
Doğduğunda annen hayaller kurdu senin için… Baban hayaller kurdu… Bazı geceler yanında öyle durup hayal kurdu, gözleri doldu bazen de yaşlar avuçlarına döküldü.
Sen büyüdün hayaller kurdun… Birileri senin için, sizin için hayaller kurdu…
Sonra hepsini unuttuk, kaybettik, yitirdik…
Kayıp ilanı vermedik unuttuğumuz, kaybettiğimiz hayallerimiz için. Kandırdık onları attık bir karadeliğin içine…
Hayaller damarlarında dolaşan bir aşkın kırıntıları ya da sahip olmak istediğin bir arabanın taksiti bile olamadı. O haykırmak istediğin sevginin bir ses tonu ya da olmak istediğin şeyin ilk adımı olmadı.
Sen seçimlerinden başka şeyler olmadın aslında…
Karanlıklar içinden çıkarmadığın ve üzerinde topraklar atarak gömdüğün her tanıdık hikayenin acısını, tatlısını ve tüm lezzetlerini göz yaşlarıyla dökmeye ne dersin?
En büyük yaranın ne olduğunu merak ediyorum bazen.
Kaybetmek değil mi? En büyük yara kaybetmek… Sevdiğin birini kaybetmek, hayatını kaybetmek, sağlığını, mutluluğunu kaybetmek…
Kaybettiğin hayallerin ise en az acı veren şey olacak. Çünkü sen onları unuttun bile…
Yaşadığını hatırlamak için uykularından uyanıp o canavarlarla savaştığın rüyaların arkasına sığınma! Sorma kendine bu yüzsüz dünyanın makyajı neden akıyor diye…
En Önemlisi de Sahte Olma…